Havanın inanılmaz sıcaklıkla kavurduğu günlerin birinde, bir-iki ağaç ve yandaki binanın duvarının gölgesine sığınmış duran masanın kenarında oturmakta , çayımı yudumlamaktayım. Az ileride deniz ; lacivert çarşafın üzerine ağartıcı dökülmüş gibi mavinin alacalıklarında ve de ütülenmesi unutulmuş gibi kırış kırış sallanmakta…tatlı tatlı bir poyraz serinliği henüz başlamakta ve ben güneşin hafifçe solduğu şu saatlarde yerimden kalkıp, evime yollanıp güneşin acımasına muhtaç yollara düşmekle düşmemek arasındaki dalgınlığımdayım. Yandaki masalardan güneşlenmekte olan insanların ve çocukların kah neşeli kah rehavetli sesleri geliyor.
Öylesine bir dalgınlıkla denizin gözüne gözüne bakarken yanımda sürtülen bir ayak sesiyle irkildim. Döndüm;
-- Hanım kızım yerime oturmuşsun , burası benim.
Siz deyin 80 ben diyeyim 90 yaşlarında bir bey bastonunu sürükleyerek yanıma yaklaşmış gülümseyerek beni süzüyor.
-- Buyurun ,
diyerek masamdaki diğer sandalyeleri gösterdim, zaten kalkacaktım. Ama o,
-- Ben sandalyemi de getirdim.
diyerek gösterdiğim sandalyelere değil de tam yanıma getirdiği sandalyesini koyarak oturdu.
--Kızım adın ne?
diyerek olduğu gibi muhabbete başladı. Adımı söyledim sonra o adını söyledi böylece tanıştık. Onun adının ‘ Nazım ‘ olduğunu öğrendim.
Akşama yaklaşan bu saatlerde benim oturduğum bu yere hep o otururmuş. Evi az ilerideki binada imiş ve artık uzun yürüyemediğinden sadece buraya kadar gelirmiş. Mekandaki her yere hakim kaptan köşkü ayarında bir masaydı ve tam gölgeyle korunan tek yerdi. Benim yerimden kalkmakta kararsız olarak gecikmem onunla beni karşılaştırmıştı.
Yanımdaki kişi öylesine güzel Türkçe konuşuyor ve öyle iyi duyuyordu ki az sonra yaşının hayli ilerlemiş olduğunu unutmuştum bile.
Öylesine kibar bir şekilde mesleğimi, eğitimimi soruyor,hayatımı sorguluyor, kendini anlatıyordu ki ve Bursa da Işıklar Lisesinde okumuş bir asker emeklisi olduğunu öğrendiğimde bir ortak noktamızı öğrenmekten çok memnun olmuş bir şekilde yanından hiç ayrılmak istemedim. Yüksek lisans yaptığını, Avrupada pek çok ülkede görevlerde bulunduğunu ,pek çok yabancı dili konuşabildiğini anlattı.
Ben de az çok konuşabildiğim yabancı dilimi söylediğimde bana son derece akıcı bir şekilde birkaç soru sordu ve anladım ki yanımdaki kişi öylesine değil ciddi ciddi bu dilleri biliyordu, hem de bu yaşta…bu zihin…hayranlıktan resmen ağzım açık kaldı…sorularını yanıtlamakta zorlandım. Anlaşılan o, sınav yapmaktan hoşlanıyordu. Bildiği bütün dillerden muhtelif örnekler gösterdi.
-- kızım sen 20‘nden kaç gün aldın ? J)
diye sorduğunda kahkahalarımı tutamadım, şaka mı yapıyordu yoksa iltifat mı?
Bir insan bu yaşta böyle zinde bir zihin ve muhteşem bir bilgi donanımıyla kalabilirmiydi? Bir erkeğin , bir beyefendi’ nin nasıl olması gerektiğinin canlı örneği ile karşı karşıyaydım. Yaşımın gerçek halini söyleyip onun yaşını sordum.
-- kızım ben Cumhuriyet çocuğuyum. 1923 doğumluyum,
dediğinde bununla ne çok gurur duyduğunu anladım.
-- Atatürk’ çüyüm kızım ben
derken günümüzde yaşananlara inanamaz bir hali vardı. Çevremizdeki masalarda türbanlı hanımların olduğu yere bakarak;
--zor mücadelelerle kazanılmış haklarını böyle siyasi bir simge uğruna nasıl feda ediyorlar ? Anlayabiliyormusun kızım?
diye sordu , verilecek cevabım dan utanç duydum çünkü ‘biz geçen 90 yılı çöpe atmaya razı olmuştuk, bir şekilde demokrasi adına…’
Vatanına ettiği hizmetleri anlattı, okuduğum kitaba göz gezdirdi ve şaşırarak gördüm ki Dünyamızda olan biten her şeyi benden yakın izliyor ,biliyordu…
Artık onunla konuşurken ‘ beyefendi’ diye hitap ediyordum çünkü içimden gelen buydu ve saygı duyulacak nadir insanlardan biriydi.
3 çocuk yetiştirmişti , hepsi de mesleğinde ve hayatında başarılı insanlarmış ve 3 te torunu varmış,ben yaşlarda…ısrarla
--kızım bana dede ,
diyordu…
Oysa benim bütün dedelerim çoktan göçmüştü…
En sonunda ona ‘beyefendi dede’ diye hitap etmeye razı oldum.
Gerçek bir Cumhuriyet çocuğu’ nun nasıl olması gerektiğini bana öğreten rastlantı benim o gün yerimden geç kalkmaya karar vermemle oluşmuştu. Sonra bana eşinden bahsetmeye başladı, ne kadar iyi yemek yaptığından , bir zamanlar Dış İşleri Bakanlığında görevde bulunduğundan ,ne kadar iyi almanca bildiğinden konuşurken gözleri pırıl pırıldı…ama kendisi artık araba kullanamıyormuş o sebeple eşi onun şöförü olmuşJ)…
Bir insanda hemde 90 yaşlarındaki bir insanın gözlerinde çocuğu, delikanlıyı,ruhu ve beyefendiyi aynı anda görmek günümüzde mümkün değildir. Ama ben gördüm…
Akşamın yaklaştığını söyleyip kalkmak istedim ve masama garsonu çağırıp hesap ödemek istediğimde yine şaşaladım çünkü Nazım dedem cebine davrandı ve onu güçlükle savuşturdum. Israrla kalmamı , eşi ve arkadaşları gelecekmiş onlarla tanışmamı istedi. Ona
-- benden bir bardak çay içerseniz kalırım
dedim ve gözüm bahçeye inen merdivenlerdeydi. Zira sarı- ak saçları kısa kesim , dizlerinde bir etek ve gömlek giymiş son derece hoş bir hanım merdivenlerden doğruca yanımıza yönelmişti. Nazım dede öyle iyi anlatmıştı ki derhal tanıdım;
-- eşiniz geliyor
dedim. Nazım dede’ nin hanımı oturmadan önce gülümseyerek benimle tokalaştı.
--demek tanıştınız , sıkılmadınız umarım…
dedi.
Nazım dede az bile anlatmıştı karşımdaki hanımın bakımlı yüzü, kıyafeti, elleri yaşını söylemiyordu, belki 80 belki 60…
Günümüze ait konuların her birine ait özel bilgi ve görüşleriyle aydınlatıcı bir muhabbetin içine girmiştik kısa zamanda.
Hayatın böylesine umutsuz bir zamanında onları tanımam bana sunulmuş bir armağan gibiydi. Artık güneşin batma saati gelmekteydi ve isteksiz de olsam kalkmam gerekti. Nazım dede ve eşi , arkadaşlarının da geleceğini söyleyerek benim onlarla oturmam için ısrar ediyorlardı.
Anladım , günümüz insanlarının bazılarının neden sıkıcı ve ruhsuz geldiğini ;
Çünkü gerçek değillerdi…bilgi ve anlayışın eşliğinde özgüvenle saklanmadan bakan samimi bir çift göz değillerdi…Çağdaş medeniyetin ne olduğunu bu iki insan örneğinde açıkca görmüştüm. En sonunda
-- hoşcakalın, iyi akşamlar
diyerek ellerini sıkıp kalkmayı başardığımda , arkamdan
--görüşmek üzere, yine gel bu saatlerde biz buradayız…
diye seslendiler. Yine onları görüp göremeyeceğimden emin değildim ama Nazım dede ve eşi gibi insanların hala olduğunu görmekten inanılmaz mutlu olmuştum . Ve belki benim gibi düşünen birileri de vardı bu dünyada…bardağın boş tarafını görürken illaki bir de dolu tarafının olması gerektiği gerçeğini unutmayan… mücadele ve umutlarla…
Umut en ummadığın yer ve zamanda:))) Çok güzel, eline sağlık...
YanıtlaSilÇok güzel bir anı-yazı olmuş:) Böylesi insanlarla bende zaman zaman karşılarım, onlara nesli tükenmekte olan bir tür gibi itina ile , incitmek istemeksizin yaklaşırım, günlük yaşamda unuttuğumuz nezaketi anımsattıkları için de minnetle bakarım..Hayriye cim gördüğün gibi bende blogspotlu oldum, sıraları doldurdum!:))
YanıtlaSil