20 Eylül 2011 Salı

ONLAR HEP ORADA





    Geçirdiği uzun ve yorucu iş günlerinden sonra Hülya ,yaz’ın son günlerinde ancak alabildiği yıllık izinini  hem iyice dinlenmek hem de şehirden biraz uzaklaşmak arzusuyla Marmara Adasında geçirmeye karar vermişti. Daha önceki yıllarda gittiği yerlerden değildi ve çok kişiden methini duymuştu. Bu niyetle yanına aldığı küçük yolculuk çantası ile yola çıktı ve şimdi limanda  beklerken onları gördü. Gençlikten henüz geçmiş uzun boylu, kumral bıyıklı, kot pantalonlu adam ve ondan daha kısa boylu, etrafa gülen gözlerle bakan hafifçe tombul  sarışın hanım  hem gülüşüyor hem gelen gemileri inceliyorlardı. O kadar farklıydılar ki ; onları izlerken ‘ bu kadar huzurlu, güleryüzlü insanlar neden tatile çıkarlar?’ diye düşünmeden edemedi.  Oysa onun bir yerlere gitmesi   için yorgun ve stresli olması , kaçma isteği ile dolması gerekirdi. Madem böyle de mutlusunuz neden onca yol zahmeti çekeceksiniz ki , oturun evinizde , sevdiklerinizle beraber hep gülün , değil mi ya…



     Yarım saat geçmeden daha çok araçlar için olan feribot’a  binmiş , son derece rahatsız ahşap sıraların üzerinde oturuyordu ve az önce  ‘ huzurlu’ görüntüleri ile dikkatini çeken çift ise tam karşısındaki sıradaydılar.  Daha önce hayalini kurduğu yolculuklardan değildi bu ve denizin hırçın günlerinden birindeydiler, dalgalar bir sağa bir sola sallanmalarını sağlarken arkasına dönüp bir süre dalgaları izledi. Hep suların yükselip alçalmasını, renklerinin maviden griye dönüşümünü sevmişti , hele dalgaların sesi her zaman huzur vermişti ona.  Başkalarının ürktüğü şeyleri hep severdi,  nasılsa… Ama aslında daha kalabalık bir gemide olmayı isterdi ,  oysa gemide çok az yolcu vardı ve kendi ile düştüğü çelişkisi ilginçti… Hem dinlenmek isterken yine de insanlarla olmayı düşünmek   ona özel gibiydi.

Elini çantasına attı , bisküvi  kutusunu çıkardı, özenle açtığı paketi karşısındaki çift’in kadın olanına uzattı:

- Buyurmaz mısınız ?

Kadının kızaran yüzünden hem güneşe hem sallanmaya pek alışık olmadığı anlaşılıyordu, gülüyorlardı ama  eşlerin her ikisinin gözlerinden biraz deniz korkusu okunuyordu. Çekimser ellerle aldıkları bisküvileri yerlerken sakin seslerle isimlerini söyleyerek tanıştılar.

Kadının adı Elif , adamın adı  Murat tı, 10 yıldır evliydiler, kadın çalışmıyordu koca ise  oto sanayi de çok  çalışmaktan balayı bile yapamamışlardı. En sonunda 8 yaşında kızlarını annelerine teslim ederek başbaşa bir yolculuk planlayarak feribota binmişlerdi. Ancak denizin en kabaran zamanlarında bu derin yerlerde olmak pek de hoşlarına gitmemişti ve ayrıca ne yolu, ne kalacakları yeri biliyorlardı.  Onların bu saf ,temiz hallerini sevmişti,

- Birlikte kalacak yeri ayarlarız, rahat olun…

derken  sohbet edecek birilerini bulmaktan hoşnut , bir anda kaynaştılar.  Bir deve hörgücüne benzer kayalıkların oradan geçerken koca feribotun bu kadar sallanmasından korkan Elif  en sonunda korkusunu yenip korku gülücükleri yerine keyif kahkahaları atmaya başladı.



     Her zaman  yaşananların  insan tarafından çok eski zamanlarda arzulandığına inanan Hülya   ‘herhalde bir zamanlar böyle birilerini tanımak istemiş olmalıyım ki ‘ diye düşünerek dostluk için karşısına çıkanlarla  ilgilenmeye başladı. Hesapsız , plansız çıkılan yollarda  karşılaşılan şeylerin birer ders olduğunu bilirdi. Elif ’ in anlattıklarından yaşadığı hayatın kendi hayatının negatifi gibi olduğunu gördü. Kendini birilerine tam bir adama sonucunda noksan yaşanılan şeylerin bir gün hesap sorması gibi bir şeyle karşı karşıya idi Elif.  İyi bir evlilik, çocuk ve görevlerle rahat bir hayat ama hiçbir zaman tek başına bir araçta olup da bir yerlere gidememişti ve şimdi tek olarak yollarda kalsa nasıl yaşayacağını bilemez durumdaydı. Sohbetlerle ısınan yolculuktan sonra akşam saatlerine doğru  iskeleye yanaşmaya çalıştılar çünkü onlar artık iyice alışsalar da dalgaların boyu hayli büyümüştü ve kaptan feribotu zorla iskeleye yanaştırdı.



     Adaya indiklerinde üç arkadaş olmuşlardı ve dağlardan gelen kekik vs.kokularından başları dönmüş halde kıyıda dolaşmaya başladılar. Sonbaharın ayak seslerinin henüz duyulmaya başladığı bir mevsimde erkenden havanın kararmaya başladığını gören Hülya kıyıdaki çay bahçelerini geride bırakarak içerilere , evlere doğru gitmeyi önerdi  çünkü sahil şeridi boyunca herhangi bir otel levhası görememişti.

Feribottan inen diğer yolcuların aslında ada halkından olduklarını derhal evlerinin yolunun tutmalarından anlamıştı. Acilen kalacak yer bulmaları gerekiyordu. Cumba adı verilen çıkıntıları olan ahşap,oldukça eski iki katlı evlerden oluşan  sokaklarda dolaşmaya başladılar. Evlerin küçük pencerelerinde yukarı kaldırarak açılan cam çerçevelerden başların uzandığını görerek seslendi

-  Acaba buralarda kalabileceğimiz pansiyon var mı ?

Pansiyonlar vardı ama sezon kapandığı için herkes evini, ev olarak kullanmaya başlamıştı, açık olanlar da doluydu. Bir kaç yere gittikten sonra Murat’ın keyfi kaçmıştı ‘neden otel bulabilir miyiz diye önceden danışmadım’ diye hayıflanıyordu. Yarın sabaha kadar feribot yoktu ve ortada kalmışlardı.  En sonunda oldukça yaşlı bir kadının evini tarifle buldular. Son derece eski ahşap binanın küçük, cumbalı pencerelerinde çiçek saksılarından pembeli küçük çiçekler sallanmaktaydı ki gittikçe artan rüzgar kendini gösteriyordu. Yaşlı kadın ; uzun basma çiçekli entari giymiş,  arkasında iki belik örgü yaptığı saçlarını bir çiçekli tülbentle sımsıkı sarmış , başının çevresinden dolandırdığı tülbentin uçlarını fiyonk yaparak alnının sağ köşesine düşürmüş , çok şirin biriydi ve evinin üst katını pansiyon olarak onlara verecekti . Kalacak yer bulmanın sevinciyle  alt kattan üst kata evin içinden çıkılan tahta merdivenleri tırmandılar ve  yaşlı kadının gösterdiği küçük bir holde sıralanmış yan yana  odalarına eşyalarını bırakarak sahile akşam yemeği için inmeye karar verdiler.

 

   Sahile indiklerinde ada’nın  nerdeyse tüm halkının çay bahçelerine doluştuğunu gördüler, insanlar neden evlerinde oturmuyorlar dı?  Öylesine keyifli, sakin bir topluluktular ki  akşam yemeğini bitirdiklerinde her üçü de ‘ iyi ki buraya geldik’ diye düşünüyorlardı. Buradaki insanlar son derece konuşkan, yardımsever , uzun boylu ve yapılı kişilerdi.  İki sözün ortasında kahkahalar atarak konuşan bu insanların tatlı şivelerinden farklı topraklardan oldukları belliydi. Ada halkının bir kısmı Girit’ ten göçmüşlerin torunları ,bir kısmı da zaten hep burada olmuş olan Rum’lardan oluşuyorlardı, inanılmaz şekilde birbirlerine muhabbet doluydular. Ada’daki havanın bu mevsimde böyle değişken  ama denizin halen çok sıcak ve güzel olduğunu söylüyorlardı. Ancak kıyıda oturmanın imkanı kalmamıştı çünkü rüzgar ortada ne varsa uçuruyordu ve az sonra bahçelerde kimse kalmadı ,herkes evlerine dağıldı.  Üç arkadaş en son elektriklerin kesildiğini , her yerin karanlıkta kaldığını ve iri damlalarla yağmurun başladığını görünce kalacakları pansiyona alelacele koşturdular.



    Elif ve Murat odasına çekildiğinde ; Hülya odasına giderek, karanlıkta küçük pencerelerden içeri dolan şimşeğin ışığın yarattığı aydınlıkta çantasından  eşyasını aldı, giyindi ve yatağına yattı. Yatağın inanılmaz yumuşaklıkta olduğunu görerek şaşırdı, ne yana dönse ağırlığını verdiği tarafı dibe çöküyor,  kolları,bacakları yada başı yüksekte kalıyordu , bu durumunu çok rahatsız ve komik buluyordu. Dışarıdan öylesine büyük gümbürtüler,çatırtılar gelmekteydi ki  az sonra evin çatısı başlarından uçacak gibiydi. Evin içindeki bütün deliklerden içeri dolan rüzgarın senfoni gibi uğultusunu ve dalgaların sesini yattığı yerden duyuyordu…ve acaba  kıyıdan yeterince uzaklar mıydı, ya şimdi  deniz kopup üzerlerine mi gelecekti ya da kendileri denize mi uçacaklardı? Hesaplayamıyordu…

Şimşekler iyice artmıştı ve tepelerine yağan yağmurdan çatının akıp akmayacağını düşünmeye başlamıştı. Evin içinde dolaşan mavili-mor şimşeklerin çatırtısında uyumak zaten imkansızdı  ama Allahtan gök gürültülerini severdi. Aslında kalkıp pencereden dışarıyı seyretse mi diye düşünürken; oda kapısının önünde onları gördü. Gördü… ama ne olduğunu isimlendiremedi…uzun siluetler halinde mavi-mor ışık gölgeleri yavaşca  kıpraşıyorlardı.  Şimşeğin yarattığı ışığın aklına  oyunlar oynadığını düşünerek tepkisizce baktı.  Az sonra tiz bir sesin kulakları sağır eden çığlığıyla zıpladı, yataktan fırladı,kapıya açtı ve hole doğru koştu.



     Elif holün oda kapılarına bakan kısmındaki sandalyelere çökmüş halen çığlıklar atıp durmaktaydı ve işaret parmağıyla kendi odalarının kapısını göstermekteydi. Murat ise eş’inden biraz ileride saç-baş dağınık şaşalamış, öylece kalmıştı… Hülya gösterilen yere baktığında iyice gördü ve gördüklerinin neler olduğunu artık anlamıştı.  Uzun, insan şeklinde siluetler , mavi-mor-kızıl ışıklar içinde bir oda kapısından öteki oda kapısına doğru yürümekteydiler. Şimşeklerin ve gök gürültülerinin gittikçe arttığı küçük holde Elif, Hülya’ya sımsıkı sarılmış halde  korkudan ağlıyordu. Siluetler  ışıklar içinde odaları gezerken;  Murat holdeki küçük dolapta mumlar olabileceğini düşünüp dolapları karıştırmaya başlamıştı. Utanmasa, Murat ta çığlıklar atacaktı bu nasıl bir geceydi, kabus gibi…

Gün aydınlanana kadar Elif ,Hülya’ ya sarılmış halde, Murat biraz ötede eski tahta sandalyelerde oturup evin içinde dolaşan ışıklı siluetleri seyrettiler.

  

     Sabaha karşı sandalyelerin önündeki küçük masaya başlarını dayamış uyuklar haldeyken alt kattaki dış kapının anahtarla açıldığını duydular. Yaşlı kadın, küçük bir kahvaltı tepsisiyle üst kata tırmandı.

- İyi günleriniz olsun, size kahvaltı getirdim, rahatsız olmayın diye alt katta kalmadım , komşuda kaldım bu gece,

diyerek  holdeki masanın üzerine elindekileri bıraktı.  Gece olup biteni anlatacak halleri yoktu , anlatsalar da kim inanırdı ki…ama sabahki görüntüleri oldukça garipti gecelikleriyle  holde, masa başında uyuklayan üç misafir… Murat,

- gece ışıklar sönmüştü , evde hiç mum falan yok mudur?

Yaşlı kadın dolabın üst raflarını karıştırdı ve bir gaz lambasını buldu, masanın üzerine koydu. Ama artık iş işten geçmişti ,ortalık yeterince aydınlıktı ve odaları dolaşan hiçbir şey yoktu.

Sustular…geçen geceden hiç bahsetmemeye karar vermişlerdi hatta kendi aralarında konuşmadan …

Odalarına gidip giyindiler, çantalarını alıp hole çıktılar ve getirilen mütavazi kahvaltılarını sessizlik içinde ettiler.

Alt kata inen yaşlı kadın kahvaltı tepsisini geri almak için geldiğinde  yanlarına oturdu:

- Yavrum iyi uyuyabildiniz mi? Şansınıza hava bozuktu gece, ama korkmayın çatı akmaz, torunlarım yazın gelip onardılar.

dedi. 

O’na hep buradan gitmesini, yanlarına İstanbul’a taşınmalarını söylüyordu oğulları,kızları,torunları ama o, evini kıyamıyordu... Bu evde yıllarca anası, babası ,amcaları, dayıları hep beraber oturmuşlardı.

Çocuk yaştaydı daha Girit’ten bu ada’ya zorunlu getirildiklerinde ama ne sıkıntılarla eski vatanı unutup yeni vatana alıştıklarını  hatırlıyordu ve şimdi tüm ada akrabalarıyla dolmuştu. Sonra birer birer göçmüşlerdi öte dünya’ya…   

Hülya yaşlı  kadının gözlerine bakarak:

- Onlar, bir yere gitmediler, hep buradalar…  

Demek istedi ama zaten yaşlı kadın bunu biliyor olmalıydı…

 Kendi çocukları ise iş-güç yok diyerek ada’dan İstanbul’a göçmüşlerdi, arada ziyaretine gelirlerdi, çatıyı ,evi onarıp giderlerdi.



    Yaşlı kadın’a gece için ödeme yaptıktan sonra çantalarını alıp sahil’e indiklerinde geçen geceden eser yoktu. Pırıl pırıl bir güneş, masmavi bir deniz ,yağmurla yıkanmış , mis gibi kekik kokan tertemiz sokaklar önlerinde uzanmaktaydı . Herkes yine çay bahçelerinde gecelemiş gibi , önlerinde çayları,  masalarda sohbetlere koyulmuşlardı. Çevrede biraz soruşturduktan sonra ada’nın arka tarafına doğru yürürlerse küçük bir otel  olduğunu öğrendiler. Gecenin hiç beklemedikleri gibi geçmesi Elif’i de, Murat’ı da yormuştu.

Hele Hülya daha da şaşkındı ; demek ki daha tanışalı  bir gün bile geçmemiş birisiyle sarmaş dolaş sabahlamak , hiç beklemediği bir samimiyetle karşılaşarak böylesine garip olaylı bir geceyi paylaşmak yaşanması gerekenmiş diye düşünüyordu. Elif , korku içinde geçen geceden sonra bu ada’dan ayrılmak istiyordu ama sabah  yapılacak  feribot seferinin iptal edildiğini çünkü açıklarda halen çok şiddetli bir poyraz’ın olduğunu öğrendiler. Çaresiz otel’e gitmek için yola koyuldular. Otel’e giden yol’un deniz kıyısından olduğunu ama akşamki fırtınadan sonra yolun sularla kaplandığını öğrendiklerinde  Elif ve Murat kalacak başka yer bulmak için ayrıldılar. Hülya ayakkabılarını çıkarıp dizine kadar gelen suda ilerleyerek otel’e doğru yürümeye başladı.  Hülya her ne kadar birbirlerinin telefonlarını alsalar da asla birbirlerini aramayacaklarından emindi. Çünkü bir kadının hayalini kurduğu, eşiyle baş başa geçirmeyi düşündüğü bir tatilin ilk gecesinde bir yabancı ile çığlıklar içinde korkuyla sabahlaması hayli utanç verici ve hayal kırıcı bir şey di…  Neye niyet neye kısmet denir di bu olaya…J)

  

    Otel’e vardığında Hülya ,geçen geceyi asla yaşamadığına kendini inandırmıştı ve tatili henüz şimdi başlamıştı. Ama yine de düşünmeden edemiyordu ‘ Elif eşi  dururken niye kendine sarılmıştı?’ İstermisin şimdi bir kavga etsinler, ‘neden gitmek için doğru dürüst bir yer seçmedin?’ diye…J)

 En sonunda ‘ aman , boşver ‘ diyerek otel’in resepsiyonuna kimliğini uzattı…bilinmeyenler hep vardı zaten öyle de kalsınlardı…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder